https://www.ahmetakgul.com.tr/ Prof. Dr. Ahmet Akgül - Hipertansiyon ve Nabız Sayısı

TANSİYON VE HİPER TANSİYON

Dünya genelinde ilerleyen yaş ortalaması ve artan obezite nedeniyle, hipertansiyon sıklığı tüm ülkelerde artış göstermektedir. Hipertansiyon, 15-20 yıllık süreçte hastalarda şikayetin olmaması, kardiyovasküler sistemde harabiyete yol açması ve tedavi edilen hipertansif kişilerde bile kan basıncının hedef değerlere indirilememesi nedeniyle, en önemli halk sağlığı sorunlarından biri olmaya devam etmektedir. Hipertansiyon, kardiyovasküler hastalıklar açısından en önemli risk faktörlerinden biri olarak kabul görmektedir. Hipertansiyon hedef organ hasarına neden olarak önemli hastalık riski oluşturmaktadır. Böbrek fonksiyon bozukluğu, inme veya kardiyovasküler olaylar gibi hipertansiyon ilişkili komplikasyonların önlenmesi  kan basıncı kontrolüne bağlıdır. 
 

anj.png

 



Yukarıdaki gazete haberinin tamamını aşağıda okuyabilirsiniz veya orijinal haberi görmek için TIKLAYABİLİRSİNİZ.

"DÖRT çocuk annesi Hatice Kara ilk kalp krizini 1999’da geçirdi. Yaşadığı yer olan Sivas’ta ve Malatya ile İstanbul’da hastane hastane dolaşmaya başladı.

Anjiyo, balon, stent uygulamaları peşi sıra geldi.

Bir türlü göğsünde hissettiği ağrılar bitmedi. Kısa yürüyüşler bile zor geliyordu. Sırt üstü yatamıyor, ancak oturarak uyuyabiliyordu. Geçtiğimiz martta geçirdiği kalp krizinden sonra yoğun bakım ünitesine alındı. Orada iki kalp krizi daha geçirdi. Hastane dolaşmaktan, anjiyolardan bıktı. “Bütün sosyal hayatım bitmişti. Evden dışarı çıkamıyordum. Her sabah ‘ölecek miyim, kalacak mıyım?’ diye düşünerek uyanıyordum. Sanki göğsümde bir kamyon oturuyordu. Evde yalnız kalamıyordum. Her anjiyo, balon, stent sonrası aynı sıkıntıları yaşıyordum. Artık anjiyo olmak istemiyordum” diye anlatıyor o günleri.

Aldığı ilaçlara rağmen balonla açılan kalp damarlarına yerleştirilen stentler her seferinde yeniden tıkanıyordu. Nihayet televizyondaki bir sağlık programında Bakırköy Sadi Konuk Araştırma ve Eğitim Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Klinik Şefi Doç. Dr. Ahmet Akgül’ü gördü. Divriği’den atlayıp İstanbul’a geldi. Doç. Dr. Akgül, Kara’yı muayene etti. Kalp damarlarındaki 10 stente rağmen ağrı ve yorgunluk şikayetleri devam ediyordu. Doç. Dr. Akgül, “Stentler konduktan sonra verilen kan sulandırıcılara karşı demek ki direnç geliştirmişti. Şeker hastalığının daetkisiyle yeniden tıkanıyordu. Ameliyata karar verdik” diyor.

LİTERATÜRDE ÖRNEĞİ YOK

Kara’nın iki bacağından alınan damarlarla, 4 kalp damarına by-pass yapıldı. Doç. Dr. Akgül, “Stentler damarlara öyle dizilmiş ki, ameliyat yapmak çok zor oldu. Kadın damarları daha ince. Buna şeker hastası olması da eklenince risk artıyordu. Stentlerden birini çıkardık çünkü damarı bağlayacak yer kalmamıştı. Diğerlerine dokunmadık, aralarında kalan boş yerlere yeni damar yollarını bağladık. Stentler böylece devre dışı kaldı. Hastamızın artık kutu kutu kan sulandırıcı ilaç içmesine gerek yok. Literatürü araştırdım, bu kadar çok anjiyo olan hastaya rastlamadım. Guinness Rekorlar Kitabı’na aday olur bence” diyor."

Nabız Sayısı ile Tansiyon ilişkili midir?

Kalp-damar sistemi sağlığını değerlendirmede nabız ölçümü ve kan basıncı ölçümü uzun yıllardır kullanılan basit ve güvenilir yöntemler olup istirahat halinde iken ölçülen yüksek nabız sayısı yüksek tansiyonla ilişkilidir. Yüksek tansiyonun yaygın bir hastalık olmasının yanı sıra, kalp-damar hastalıkları, felç ve kronik böbrek hastalığı gibi hayati organları etkileyerek önemli oranda hastalığa ve ölüme sebebiyet vermektedir. Bu nedenle yüksek kan basıncını, uygun tansiyon ilaçları ve yaşam tarzı değişiklikleri ile hedef değerlere ulaştırmak hayati derecede önemlidir. Günümüzde kabul görmüş yüksek tansiyon klavuzlarında bazı özel hasta gruplarında (şeker, kronik böbrek hastalığı, idrarda protein fazlalılığı vs.) belirli grup tansiyon ilaçları tercih edilirken, istirahat halinde yüksek nabız sayısına göre ilaç kullanımında bir ayrım gözetilmemiştir.

Yapılan çok sayıda araştırmaya göre yaş ve cinsiyet farkı gözetmeksizin kalbin normalden hızlı atmasının yüksek tansiyonla ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bunun yanında istirahat halinde iken ölçülen yüksek nabız sayısının yüksek tansiyon gelişimi için risk faktörü olarak görülmektedir. Yapılan çok sayıda araştırmaya göre rutin muayenelerde taşikardi (kalbin normalden hızlı atması) saptanan bireylerde ilerleyen dönemlerde yüksek tansiyon gelişimi gözlemlenmiştir. Yüksek tansiyonlu hastalarda istirahat halinde nabız sayısının dakikada 90'dan fazla olmasını etkileyen faktörler kırsalda ikamet etme ve küçük tansiyonun yüksek olması iken, hem şeker hastalığı hem de yüksek tansiyonu olan grupta küçük tansiyonun yüksek olması risk faktörü olarak saptanmıştır.

Bireylerin ofis dışında kalp hızı tayininde ayakta yapılan kalp hızı ölçümü kullanılmakta olup bu alanda yapılan araştırmaların çok azı ayaktaki kalp hızı ile kalp ölümleri arasındaki ilişkiyi değerlendirmiştir.

Günümüzde yüksek tansiyon ilacı olarak etki göstermesinin yanı sıra BELOK gibi beta bloker ilaçlar, istirahat nabız sayısını azaltıp, kalp kasının oksijen gereksinimini azalttığı için koroner arter hastalığı ve kalp yetmezlikli hastalarda yüksek tansiyon ilacı olarak tercih edilmektedir.

Sonuç olarak; istirahat nabız sayısı ve yüksek tansiyon, metabolik sendrom ve şeker hastalığı gelişimi arasındaki ilişki çok sayıda çalışmada gösterilmiştir. Günümüzdeki yüksek tansiyon klavuzları henüz istirahat nabız sayısı ile yüksek tansiyon ilacı tercihi ilişkisine yer vermemiştir. Özellikle yeni kuşak beta blokörler içeren ilaçlar ve verapamil içeren ilaçların kan basıncını düşürücü etkisi kanıtlanmış yüksek tansiyon ilaçlarıyla kombinasyonunun kalp hastalıkları ve metabolik sendromlar üzerine olumlu etkileri vardır. 

 

 

HORMON İLAÇLARINA BAĞLI GELİŞEN HİPERTANSİYON

 
Bazı hormonların ve farmakolojik ajanların tedavi amaçlı kullanımı, kan basıncında yükselmeye sebep olabilir. Bu durum, ''ekzojen hormon veya ilaç kullanımına sekonder hipertansiyon'' olarak adlandırılır. Glukokortikoidler, tiroid hormonu, büyüme hormonu, mineralokortikoidler, gonadal steroidler ve amfetamin, sibutramin gibi bazı ilaçların veya kokain gibi bazı maddelerin kullanımı veya suiistimali hipertansiyona neden olabilmektedir.
Steroidler, birçok hastalığın tedavisi için ekzojen kullanılırken veya endojen fazlalığında istenmeyen etkilere sahiptir. Hipertansiyon, kardiyovasküler mortaliteden sorumlu önemli bir yan etkidir. Yan etkiler inhaler, topikal, sistemik veya başka bir yolla kullanıldığında da görülmektedir. Endojen kortizol fazlalığına bağlı %75 oranında ve ekzojen steroid uygulamalarında %15-85 arası farklı mekanizmalarla hipertansiyon ortaya çıkmaktadır. Uygun doz ve sürenin yanında altta yatan hastalığa göre de uygun davranmak gerekmektedir. Hipertansiyonun ortaya çıkmasını engellemek için beslenme gözden geçirilmeli ve gerekirse uygun ilaçlar kullanılmalıdır.
 

ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE GELİŞEN HİPERTANSİYON

Çocukluk çağında başlayan hipertansiyon erken teşhis ve tedavi edilmediği takdirde mortalite ve morbiditenin artmasına neden olmaktadır. Çocukluk çağında kronik hipertansiyonun genel prevalansı %1-2, bu oran içerisinde endokrin kaynaklı hipertansiyonun %10'dan daha düşük olduğu bildirilmektedir. Hipertansiyon bu yaş grubunda erişkinlerden farklı olarak sıklıkla altta yatan bir hastalığa sekonder gelişir. Sekonder hipertansiyon etiyolojisi araştırılırken; böbrek ve kalp damar hastalıklarından sonra daha nadir görülen endokrin nedenler araştırılmalıdır. Endokrin nedenli hipertansiyon başlıca adrenal, tiroit ve paratiroit bez hastalıklarına bağlı olarak gelişir. Renin düzeyinin düşüklüğü ve mineralokortikoid aktivitesinin artışı ile seyreden hipertansiyon çocuklarda görülen endokrin kaynaklı hipertansiyonun yaygın formlarından biridir. Son yıllarda çocuklarda yanlış beslenme ve sedanter yaşamın tetiklediği obezitenin artması, çocukluk çağında endokrin kaynaklı hipertansiyonun önemini artırmıştır. Bu bölümde çocukluk çağında hipertansiyona yol açan başlıca endokrin nedenler tartışılmıştır.  

POLİKİSTİK YUMURTALIK HASTALIĞINDA GÖRÜLEN HİPERTANSİYON

Polikistik over yani yumurtalık hastalığında, adet düzensizlikleri ve adet sayı ve mikatrında azalma, erkeklik hormonlarında artış, şişmanlık ve insülin direnci ile birlikte olan bir hormon hastalığıdır. Ayrıca kanda yağ ve kolesterol bozuklukları, tip 2 şeker hastalığı, kalp ve damar hastalıkları ve hipertansiyon gelişebilir. Bu hastalıkta damar sertliğinde de artma gelişir. Böyle bir hastalığı olanlar erken dönemde doktora başvurmalı ve önlemler alınmalı. 

HİPOFİZ HASTALIĞIMA BAĞLI TANSİYON YÜKSELMESİ

Endokrin hipertansiyonun (HT) önemli nedenlerinden biri hipofizer hastalıklardır. Pitüiter hormonların yetersizliği veya fazlalığı endokrin HT'ya neden olabilir. Mevcut yetersizliğin replase edilmesi ve fazlalığın altta yatan etiyolojisine yönelik tanı ve tedavisi bu hastalığın tedavisinde kür sağlayabilir. Bu nedenle, endokrin HT'lar sekonder HT'ların önemli ve tedavi edilebilir kısmını meydana getirmektedirler. 

TİROİD VE GUATR HASTALIĞINA BAĞLI TANSİYON SORUNLARI

Tiroid disfonksiyonları periferik vasküler direnç, renal fonksiyonlar, vücut volümü, endotelyal fonksiyonlar, kalp hızı ve kardiyak output üzerine etkileri ile kan basıncı değişikliklerine yol açabilmektedir. Hipotiroidide özellikle diyastolik hipertansiyon (HT) olmakla beraber sistolik kan basıncı da yükselir. Hipertiroidide ise daha çok izole sistolik HT görülür. Subklinik hipotiroidide sistolodiyastolik HT gözlenirken subklinik hipertiroidi ile HT arasında ilişki saptanmamıştır. Tiroid disfonksiyonu ve HT'nin olduğu durumlarda primer tiroid hastalığının tedavisi genellikle kan basıncını düşürür. Fakat bazı hastalarda antihipertansif ilaçlarla tedavi gerekebilir. Hipertiroidide kan basıncını kontrol altına alabilmek için ilk seçenek tedavi beta blokerlerdir. Beta blokerlerin kullanılamadığı durumlarda anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri veya kalsiyum kanal blokerleri (KKB) kullanılabilir. Hipotiroidide ise kan basıncı kontrolünde KKB, diüretikler ve düşük sodyum içerikli diyet ile kan basıncı kontrolünde daha iyi düzelme sağlanır.


CUSHING HASTALIĞINA BAĞLI GELİŞEN TANSİYON YÜKSEKLİĞİ

Adrenal kortikosteroidler ve katekolaminler metabolizma kontrolü yanında kan basıncı regülasyonunda da önemli bir aktördür. Bundan dolayı sekonder hipertansiyon etyopatogenezindeki nedenlerden biri olan endokrin hipertansiyon ve/veya adrenal hipertansiyon kavramı doğmuştur. Endokrin hipertansiyonun önemli saçayaklarından biri olan Cushing sendromu suprafizyolojik konsantrasyonlardaki glikokortikoidlere kronik maruziyet sonucu ortaya çıkan bir tablodur. Hipertansiyon, glikoz intoleransı, dislipidemi, santral obezite ve ateroskleroz gibi kardiyo-metabolik risk faktörleri ile seyreden Cushing Sendromu'nda primer denominator glikokortikoid fazlalığıdır. Cushing Sendromu'nda gelişen hipertansiyonun fizyopatolojisi halen tam olarak aydınlatılamamakla beraber artan kortizol düzeylerinin mineralokortikoid etkisi, renin anjiotensin sistem (RAS) aktivitesinde artış ve vazopressorlere artan vasküler yanıt suçlanan mekanizmalardan bazılarıdır. Diğer sekonder hipertansiyon tedavi yaklaşımlarına paralel şekilde Cushing Sendromun'da ortaya çıkan hipertansiyonda da tedavi nedene yöneliktir ve glikokortikoid fazlalığının kontrol altına alınmasını amaçlar.


FEOKROMASİTOMA TÜMÖRLERİNE BAĞLI HİPERTANSİYON

Feokromasitoma embriyonik nöral krestin kromafin hücrelerinden köken alan katekolamin üreten nadir bir tümördür. Feokromasitomanın birlikte görüldüğü herediter sendromlar, multipl endokrin neoplazi tip 2A ve 2B, von Hippel-Lindau ve von Recklinghause, mevcuttur. Ataklar halinde olan baş ağrısı, terleme, çarpıntı klasik feokromasitoma başvuru şeklidir. Bazen hastalar tamamen asemptomatik olup, rastlantısal olarak saptanır. Perioperatif komplikasyonlardan kaçınmak için medikal tedavi preoperatif olduğu kadar perioperatif dönemde de önemlidir. Uzak metastaz varlığı, rekürrens ve çevre dokulara invazyon malign olduğunu gösterir. Malign feokromasitoma genellikle kötü prognozludur, kemoterapi ve radyoterapiye dirençlidir.
 

ALDOSTERON YSEKLİĞİNE BAĞLI HİPERTANSİYON

 
Primer aldosteronizm geçmişte düşünülenin aksine daha sık görülmektedir ve hipertansif populasyonun yaklaşık %5-15'ini oluşturmaktadır. Aldosteron üreten adenom ve bilateral adrenal hiperplazi primer aldosteronizmin en sık görülen subtiplerini oluşturmaktadır. Primer aldosteronizm şüphesi taşıyan hipertansif hastalarda plazma aldosteron seviyesinin plazma renin aktivitesine oranın kullanılması ve aldosteron supresyonu yapan doğrulayıcı testlerin yapılması uygun yaklaşım olacaktır. Subtip ayırımı görüntüleme yöntemleri ile birlikte adrenal ven örneklemesinin yapılması ile sağlanır. Aldosteron üreten adenom için tercih edilecek tedavi yöntemi laparoskopik adrenalektomidir. Bilateral adrenal hiperplazi aldosteron antagonistleri tedavi edilir. Spironolakton medikal tedavide ilk tercih edilecek ilaçtır. Tedavide amaç hipertansiyon, hipokalemi ve kardiyovasküler hasara bağlı gelişecek morbidite ve mortaliteyi önlemektir.
 

ŞEKER HASTALIĞI YANİ DİYABET VE HİPERTANSİYON

Diabetes mellitusda en sık mortalite nedeni aterosklerotik kardiyovasküler hastalıklardır. Hiperglisemi, hipertansiyon ve hiperlipidemi birlikteliğinde kardiyovasküler hastalık riskini aditif etki ile arttırmaktadır. Bu nedenle diyabetik hastalardaki hipertansiyon ve hiperlipideminin tedavisinde daha agresif yaklaşım gerekmektedir. Tedavide öncelikle yaşam tarzı değişikliklerinin uygulanması amaçlanmalıdır. Çoğu hastaya antihipertansif ve antilipidemik tedaviye devam ederken dahi yaşam tarzı değişiklerinin sıkı bir şekilde uygulanması tavsiye edilmelidir. 

 
İNSÜLİN DİRENCİ OLANLARDA HİPERTANSİYON 

 Tip 2 diyabetlilerin büyük çoğunluğunda insülin direnci vardır. İnsülin direnci diyabetin yokluğunda bile kardiyovasküler problemlere neden olmaktadır. Diyabet tedavisinde seçilecek tedavi biçimi insülin direncine etki eden anti-glisemik ajanlardan, anti-hipertansifler de en azından metabolik nötr veya diyabetojen olmayan kan basıncı düşürücülerden seçilmelidir. Anjiotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri (ADEİ) veya anjiotensin II reseptör-1 blokerleri (ARB), diüretiklerden indapamid ve spironolakton, betablokerlerden karvedilol, nebivolol, bisoprolol bu anlamda seçkin olarak kullanılabilirler. Non-dihidropridin grubu kalsiyum kanal blokerlerini betablokerler ile beraber kullanmamaya dikkat edilmelidir.
 
 

DİRENÇLİ HİPERTANSİYON 

Dirençli hipertansiyon, uygun yaşam tarzı değişikliği olması koşulu ile, idrar söktürücü ilaçlara ilaveten iki farklı gruptan yeterli dozlarda ilaçların kullanımına rağmen  kan basınçlarının 140/90 mmHg' nın altına düşürülememesi halidir. Dirençli hipertansiyon hastasının değerlendirilmesinde ilk hedef, gerçek tedavi direncini doğrulamak, tansiyon artırıcı sebepleri saptamak ve  organ hasarını değerlendirmektir.  Bu duruma en çok sebep olan nedenler; hasta uyumsuzluğu, kan basıncı ölçümündeki hatalar, beyaz önlük hipertansiyonu, damar sertliği ve hekim tarafından tedavinin uygun düzenlenmemesidir. Yaşam tarzının dirençli hipertansiyonu olan hastalar üzerindeki etkisi önemlidir. Tuz tüketimi, alkol kulanımı, ek ilaç alımı, egzersiz, obezite gibi faktörlerin tespit edilmesi ve uygun önerilerin verilmesi, tedavinin etkisini artırmaktadır. Dirençli hipertansiyon nedenleri  araştırılmalıdır. Aldesteron hormonunun yüksekliği,  uyku bozukluğu, horlama, uykuda nefes durması, kronik böbrek hastalığı, böbrek atardamarının darlığı, Cushing sendromu ve feokromasitoma gibi durumların araştırılması gerekmektedir.  Dirençli hipertansiyon için altta yatan sebebin detaylı araştırılması ve tespiti, tedavi seçiminden çok daha önemlidir.

STRESE BAĞLI TANSİYON 

Hipertansif hastalarda hastalığın üzerindeki en önemli faktör etkili basıncı kontrolüdür. İlaç tedavisindeki ciddi ilerlemelere ve desteklere rağmen kan basıncı kontrolü ülkemizde ve gelişmiş ülkelerde hala önemli bir halk sağlığı sorunudur. Avuç dolusu ilaç tedavisi alan hastalarda dahi ideal kan basıncına ulaşılma oranı oldukça düşüktür. Bu nedenle hipertansiyon gelişiminin önlenmesinde ve tedavide hayat tarzı değişikliklerinin ve psikolojik destek tedavilerinin önemi artmıştır. Modern tıp, hem hipertansif hem de hipertansiyona meyilli hastalara psikolojik destek, tuz kısıtlaması, egzersiz, kilo verme, sigara bırakılması ve diyet değişikliği gibi ilaç dışı tedavi yöntemlerini önermektedir.

BÖBREK HASTALIKLARINA BAĞLI HİPERTANSİYON

Renovasküler hastalık, hipertansiyon ve böbrek yetmezliğine sebep olabilen önemli bir sağlık sorunudur. RAS prevalansı koroner arter hastalığı ve periferik arter hastalığı olanlarda yüksek oranlarda görülmektedir. Fibromusküler displazi genç kadınlarda, ateroskleroz ise 55 yaş üzerindeki hastalarda renal arter stenozu için yaygın nedenlerdir. Akut, ağır, refrakter hipertansiyonu olan, ayrıca açıklanamayan renal fonksiyon bozukluğu olan (plazma kreatinin konsantrasyonu 1.5 mg/dL nin üzeride) veya anjiotensin konverting enzim inhibitörü ya da anjiotensin II reseptör bloker tedavisi ile renal fonksiyonlarda akut bozulma olan hastalarda renal arter stenozundan şüphelenilmelidir. Doppler ultrasonografi ve manyetik rezonans anjiografi, kaptoprilli sintigrafinin yerini almakla birlikte; RAS tanısında anjiografi hala altın standard olarak yerini korumaktadır. Medikal tedavi sı- rasında ilerleyici renovasküler hastalık; refrakter hipertansiyon, konjestif kalp yetmezliği, tübülointerstisyel fibrozisle beraber böbrek yetmezliğine neden olabilir. Medikal tedavi, cerrahi ve anjioplasti tedavi seçeneklerini oluşturur.  

  DİYABET HASTALIĞINA BAĞLI HİPERTANSİYON

 

Diabetes mellitus ve hipertansiyon sıklıkla birlikte görülen kronik hastalıklardır. Tip 1 ve tip 2 diabetiklerde damarlarda sertleşme olduğu için direnç artış olduğu gösterilmiştir. Hipertansiyon oluşumunda insülin rezistansı ve hiperinsülinemi rol oynar. Başlangıç tedavisi olarak son dönem tansiyon ilaçları olan ACE blokerler  etkili rol oynar. Bu tedavilere idrar söktürücü eklenmesi ideal tansiyona ulaşmada etkilidir.

HİPERTANSİYONA YOL AÇAN TUZ ÇEŞİTLERİ

TUZ ÇEŞİTLERİ

Türk Gıda Kodeksi Tuz Tebliği'ne göre tuz, çıkarıldığı kaynağa göre deniz tuzu, göl tuzu, yeraltı kaynak tuzu ve kaya tuzu olarak, tüketimine göre ise gıda sanayi tuzu, sofra tuzu, işlenmiş tuz, sofrada öğütme tuz ve iri salamura tuz şeklinde sınıflandırılmaktadır.

Kaya Tuzu

Dünyanın çeşitli bölgelerinden çıkarılan kaya tuzu, son yıllarda en çok tercih edilen tuzlardan biridir. Bu tercihin nedeni, doğal ve organik beslenmeye olan ilginin artmasına ve halk arasında doğal kaya tuzunun içerdiği elementlerin vücut için esansiyel olduğu inancına bağlanmaktadır. Avusturya'da yapılan bir çalışmada, dünyanın bir çok yerinden toplanan kaya tuzlarında sadece sodyum ve klorürün biyoyararlılığının yeterli düzeyde olduğu, demirin "demir oksit", kalsiyumun "kireç taşı" formunda bulunduğu gösterilmiştir. Farklı bölgelerden çıkarılan kaya tuzlarının homojen olmaması, bir kaç numuneden "toryum" gibi ağır metallerin çıkması, bu tuzların kullanımının ne derece sağlıklı olduğu konusunda şüphe uyandırmaktadır.

Himalaya Tuzu

Himalaya tuzu, Pakistan'daki Khewra tuz madeninden çıkarılan, rengi beyaz, pembe ve kırmızıya kadar değişen bir çeşit kaya tuzudur. Yüzde 99'u saf NaCl, geri kalan kısmı Ca, Mg, K, sülfat ve diğer iz elementlerden (Fe, Zn, Pb vb) oluşur. Himalaya tuzunun sağlık üzerine etkileri konusunda yapılmış çalışma sayısı sınırlıdır.

Deniz Tuzu

Deniz tuzu, deniz suyunun derin olmayan kaplarda güneş ve rüzgarın etkisiyle kurutularak kristalleşmesi ile oluşan bir tuzdur. Genellikle üretimi elde yapılır. Deniz tuzu kurutulurken çevresinde bulunan bileşikler kristallerin içerisinde kaldığı için özellikle uçucu organik bileşikleri barındırmaktadır. Son yıllarda kaya tuzunda olduğu gibi deniz tuzu tüketiminde de bir artış görülmektedir. Deniz tuzuyla ilgili daha ileri araştırmalara gereksinim duyulmaktadır.

Rafine Tuz

Kaya tuzu, deniz tuzu, tuzlu göl ve kaynaklardan çıkarılan tuzlar, ham tuz olarak bilinir. Ham tuzların kalsiyum sülfat, magnezyum sülfat, magnezyum klorür, kalsiyum ve magnezyum bikarbonat gibi maddelerden uzaklaştırılması için saflaştırılması gerekir. Saflaştırma bir seri işlem sonucu gerçekleşir. İlk olarak ham tuz, su ve yoğun buhar karışımı ile eritilerek doymuş bir çözelti elde edilir. Yabancı maddelerin uzaklaştırılması için bu çözelti, kireç soda ya da kostik soda ile işlem görür. Vakum altında buharlaştırmanın yardımı ile çöken yabancı maddeler, filtrasyonla atılır. Elde edilen rafine tuz kristalleri belli aralıklarla röleler yardımıyla alınıp yüksek devirli santrifüj ile suyu uzaklaştırılır. Hava kurutucularında kurutulan tuza kalsiyum karbonat, mağnezyum karbonat ya da kalsiyum silikat gibi maddeler ilave edilerek akışkan olması sağlanır. Son olarak bu tuzlar iyotlanarak tüketime sunulur. Türk Gıda Kodeksi Tuz Tebliği'ne göre işlenmiş tuz, rafine edilmeden ya da yıkanmadan piyasaya sunulmaz.

Bambu Tuzu

Deniz tuzunun genç bambudan elde edilen kap içerisine konularak; ağzı doğal kırmızı kil ile kapatıldıktan sonra, çam odunu ile yakılan fırınlarda üç ila dokuz defa pişirilip eritilmesiyle elde edilen bir tuzdur. Mor renkli bambu tuzu, yaklaşık bin yıl önce Kore' li doktorlar tarafından fonksiyonel besin olarak kullanılmıştır. Bazı çalışmalarda, bambu tuzunun immün sistemi geliştirici, antikarsinojenik, antimutajenik, antiviral, antienflematuvar ve antioksidant etkilerinin olduğu gösterilmiştir. Fareler üzerinde denenen bir çalışmada ise bambu tuzunun adipogenezisi azaltarak antiobezite etkinliği gösterdiği bulunmuştur. Bambu tuzunun ratlarda serum aspartat aminotransferaz, alanin aminotransferaz ve laktat dehidrogenaz enzimlerini baskılayarak karbon tetra klorid indüklemeli karaciğer hasarını önlediği gösterilmiştir.

Diğer Tuzlar

Dünyanın bir çok yerinde, farklı teknolojilerle üretilmiş farklı tuz çeşitlerini görmek mümkündür. Folik asit ilaveli tuz, gurme tuzları, sebzeli tuz karışımları, sarımsaklı tuz ve baharatlı tuz bunlardan bazılarıdır. 

 

Yasal Uyarı

Bu sitenin içeriği ziyaretçilerini bilgilendirmeye yönelik hazırlanmış olup sağlıkla ilgili konularda tıbbi teşhis, tedavi veya reçete bilgisi özelliği taşımaz. Site, sağlıkla ilgili tüm konularda en doğru bilginin hastayı muayene eden doktorundan öğrenilebileceğini savunur. Sitedeki bilgiler bu amaçla kullanılmamalıdır. Bu bilgilerin yanlış anlaşılması veya kullanılmasından doğabilecek mağduriyetlerden bu site sorumlu tutulamaz.Bu sitedeki bilgileri kopyalama, nakletme veya diğer kullanımlar kesinlikle yasaktır. Web sitesindeki bilgilerin kullanımı 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu hükümlerine ve site sahibinin iznine bağlıdır. Tüm kullanıcılar yukarıda belirtilen yasal uyarıyı tamamen ve çekincesiz olarak kabul etmiş sayılırlar.