KALP HASTALIKLARINDA GİZLİ TEHDİT: UYKU APNESİ
HORLAMA
Yatak odasından gelen horlama sesi göz ardı edilmemelidir. Horlama tüm dünyada milyonlarca kişiyi etkilemekte ve muhtemelen bu denli sık karşılaşıldığı için “normal” bir durum gibi algılanmaktadır. Ancak alttayatan uyku apnesi eşlik etmediğinde dahi, horlamanın irdelenmesi gerekmektedir. Nitekim sadece çevredeki bireylerin rahatsız olması değil, horlamanın horlayan bireye de zararlı etkileri söz konusudur. Horlaması olan bireylerin daha kötü bir uyku kalitesine sahip oldukları bilinmektedir, daha yorgun ve ajite uyanırlar. Bu nedenle, horlamaya neden olan ya da horlamanın ortaya çıkmasına yatkınlık oluşturan diğer bozuklukların, varsa, ortaya konulması ve müdahale edilmesi gerekir.
HORLAMA SESİ NASIL ORTAYA ÇIKAR?
Sağlıklı bir bireyin nefes alıp verme sesi, havanın burun yolları ve arkasından ya da havayolundan geçişi esnasındaki titreşimleri sonucunda ortaya çıkmaktadır. Havayolu üzerindeki tüm anatomik yapılar, akış esnasındaki havanın titreşimlerine neden olmaktadır. Ancak havayolu üzerinde pürüzsüz bir geçişi engelleyen herhangi bir durum, hava vibrasyonunun türbülansına neden olurlar ve horlama sesinin ortaya çıkmasına yol açarlar. Hemen her gece horlayan bireylerde horlama sesine neden olabilecek faktörler şu şekilde sıralanabilir: ileri yaş, erkek cinsiyet, vücut yapısı ve kilo, uyuma pozisyonu, alkol, tütün veya ilaç kullanımı, burun boşluğu veya üst havayolu ile ilgili durum veya bozukluklar.
YAŞ VE CİNSİYET
Horlama hemen her yaşta ve her iki cinsiyette de görülebilmektedir. Buna karşın, ileri yaş ile birlikte horlamanın belirgin şekilde arttığı bilinmektedir. Bunun nedeni olarak, muhtemelen, yaşlanma ile birlikte bağ dokusundaki gevşeme ve yemek borusu ve soluk borusu etrafındaki kaslarda zayıflamanın gelişmesi öne sürülmektedir. Daha zayıf yönetilen bir havayolunda hava akışının pürüzsüz seyretmesi çok daha zor olacaktır ve aksine türbülansın ortaya çıkması da kolaylaşacaktır.
Horlamanın sıklıkla erkeklerde ortaya çıkması ise, erkeklerdeki havayolunun kadınlardan çok daha dar olmasıdır. Bunun yanı sıra genetik faktörlerin de rol oynaması,kesin olmamakla birlikte, muhtemeldir.
VÜCUT YAPISI VE KİLO
Aşırı kilolu olmak horlama için oldukça önemli bir risk faktörüdür; horlamanın hem sıklığını hem de özellikle şiddetini arttırıcı bir etkendir. Kilo alımı ve sağlıksız bir yaşam stili ile orantılı bir şekilde horlamanın sıklığı ve şiddeti de artış göstermektedir. Öncesinde hiç horlaması olmayan bireylerde dahi, kilo almayı takiben, aniden, horlama başlayabilir.
Özellikle üst beden yarımında ve boyun bölgesinde kilo alındığı takdirde ise risk daha fazladır; nitekim vücudun bu bölgelerinde 1-2 kilo gibi çok daha küçük miktarlardaki kilo artışında bile horlama ortaya çıkabilmektedir.
Sağlıklı bir yaşam stili, düzenli uyku ve egzersiz programı ile kilo verilmesi hedeflenmelidir.
Bunun yanı sıra, kalıtımsal bir özellik olarak üst havayolu yapısı ve çenenin anatomik özellikleri de önemlidir. Erkeklerde genel olarak daha dar olduğu bilinen üst hava yolunun özellikleri horlamaya yatkınlık oluşturabilir. Çenenin küçük olması (mikrognati) ve/veya daha geride yerleşmesi (retrognati), benzer şekilde üst havayolu geçişine engel teşkil edebilir ve horlamanın ortaya çıkmasına yola açabilir. Buna yönelik müdahalelerde çenenin önde kalmasını sağlayabilen cihazlar, çene bantları kullanılabileceği gibi, çenenin düzgün yerleşimini sağlayan cerrahi girişimler de düşünülebilir.
Hem çenenin şekli ve pozisyonu hem de dişlerin yerleşimi horlama için yatkınlık oluşturabilir.
Özellikle erken yaşlarda bu durumun tespit edilmesi ve ortodontik müdahaleler ile tedavi edilmesi, ileri yaşlarda ortaya çıkabilecek horlamanın ve hatta uyku apnesinin önlenmesi açısından büyük öneme sahiptir.
UYUMA POZİSYONU
Horlama her pozisyonda ortaya çıkabileceği gibi, sadece sırt üstü pozisyonda ortaya çıkıyor olabilir. Pozisyon ile değişiklik gösteren horlamada etken birden fazla olabilir.
Bunlardan bir tanesi, baş yastık seviyesinde iken diyaframın pozisyonudur. Başın ve vücudun sırtüstü pozisyonda ve yüksek yastık nedeniyle yukarıda olduğu yatış dönemlerinde, üst havayolunda bir katlanma ortaya çıkar ve diyaframın yeterli itiş gücü sağlanamamaktadır.
Bu durum, hastanın pozisyonuna bağlı horlamasının nedeni olabilir. Sırtüstü pozisyonda yatılmasının engelleyen pozisyon tedavileri bu hastalar için önerilebilir.
Sadece sırtüstü pozisyonda ortaya çıkan horlamanın bir diğer nedeni ise dilin pozisyonudur. Uyku esnasında normal olarak oluşan kaslarda çalışmama nedeniyle dil kasları da gevşer ve dilin geriye doğru düşmesine neden olur. Sırtüstü pozisyona geçildiğinde ise, yerçekiminin de etkisi ile dil daha fazla geriye düşer ve üst havayolundaki pürüzsüz olması gereken hava geçişini engelleyecek düzeye ulaşarak horlamaya neden olur. Detaylı bir kulak burun boğaz muayenesinde horlamanın ana etkeni olarak dilin pozisyonu tespit edilirse, dilin ağız içinde kalmasını sağlayan ağız içi cihazlar veya dil askısı ameliyatları tedavide faydalı olabilir.
ALKOL, TÜTÜN VEYA İLAÇ KULLANIMI
Alkol tüketen bireyler, sıklıkla, alkol aldıklarında çok daha kolay uykuya daldıklarını belirtirler. Halbuki alkolün uyku yapısı üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle uyku kalitesinin alkol alımını takiben çok daha kötü olduğu bilinmektedir. Sadece uyku yapısı değil, kas tonusu üzerinde olumsuz etkileri de olması nedeniyle, alkol alındığı gecelerde horlamanın artması, daha şiddetli hale gelmesi ve hatta uyku apnesine de artmış bir yatkınlığın oluşması kaçınılmazdır. Alkol, tütün ve özellikle kas gevşetici etkileri olan ilaç kullanımı, yemek ve solunum kasların güçsüzlüğüne yol açarak horlama için yatkınlık oluşturmaktadırlar. Ek olarak, boyun kasları ve dil kasında da zaaf ortaya çıkabilir ve yine horlama için uygun bir ortam hazırlanmış olur. Bunun yanı sıra, alkol ve sakinleştirici ilaç kullanımı, sinir sistemini etkileyerek de kas tonusunun santral kontrolünü bozabilmektedirler. Bu sebeplerden ötürü, alkol tüketiminin yatma saatinden en az dört saat öncesinde yapılması önerilmektedir.
Sigaranın kronik bronşit ve kansere yol açması nedeniyle mutlak bırakılması önerilmelidir, pasif içicilikte de aynı derecede riskin mevcut olduğu unutulmamalıdır. Tütün kullanımının süresi ile kas zaafiyeti arasında doğrusal bir ilişki vardır; kesilmesinden ancak bir süre sonra yemek ve solunum kasların tonusu eski sağlıklı haline geri dönebilir.
Tütün kullanımının solunum sistemini yaygın bir şekilde etkilediği bilinmektedir. Tütündeki irrite edici maddeler, burun boşluğu ve üst hava yolundaki zarların hasarına ve ödem oluşmasına yol açmaktadır. Bu durum burun dolgunluğuna, soluk alıp verme güçlüğüne ve hava türbülansına yol açmaktadır. Tütün kullanımı ile ortaya çıkan alt havayolunda ve akciğerlerde ortaya çıkan hasar da önemlidir; nitekim küçük havayolu tıkanıklıkları ve azalmış akciğer kapasitesi havanın alt havayolunda tutsaklanmasına ve horlamaya neden olmaktadır. Bir diğer etkisi ise, tütündeki zararlı maddelerin üst ve alt havayolundaki sinir uçlarını zedelemesine bağlı olarak sinir-kas fonksiyonları etkilemesi ve horlamaya neden olması şeklinde açıklanmaktadır.
BURUN ARKASI BOŞLUK VEYA ÜST HAVAYOLU İLE İLGİLİ DURUM VEYA BOZUKLUKLAR
Burun içi boşluklardaki tıkayıcı bozukluklarının horlamaya neden olması oldukça sık olarak karşılaşılan durumlardır. Tıkayıcı faktörler çok farklı olabilir; mukus birikimi, ödem, alerjik durumlar, burundaki polipler, septum deviyasyonu gibi pek çok altta yatan neden bulunabilir. Bu gibi durumlarda ödem azaltıcı spreyler, kortizon tedavileri veya cerrahi müdahaleler ile horlamanın tedavisi mümkün olabilir; ancak dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, eğer altta yatan uyku apnesi varsa apnelerin horlamanın kesilmesine rağmen devam edeceği akılda tutulmalıdır. Burun sıvılarının tıkanması ya da burun boşluğunun daralması durumunda hava daha ince bir havayolundan itilmeye çalışılır ve türbülansın artması ile orantılı bir şekilde horlama ortaya çıkar.
Erişkinlerden farklı olarak çocuklarda oldukça sık olarak bildirilen sesli solunum, sıklıkla ağız yolu ile nefes alıp verme sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Solunumun ağız yolu ile yapılması, daha önceden geçirilmiş burun problemleri nedeniyle alışılagelmiş bir nefes alıp verme biçimi olarak kalmış olabilir; ya da halen süregelmekte olan bir nazal pasaj bozukluğunun zorlaması sebebiyle olabilir. Nitekim sağlıklı bireyler, uyku esnasında ve hatta pek çok aktiviteyi sürdürmekte iken burun yolu ile nefes alıp vermektedirler, solunumun ağız yolu ile yapılıyor olması, bu anlamda uyarıcı olmalıdır. Ağız yolu ile solunum esnasında daha fazla ses çıkması ise, aynı anda dışarı itilen hava hacminin çok daha fazla olmasına bağlanmaktadır.
Ağız içindeki anatomik yapıların da vibrasyonu arttırıcı etkileri olabilmektedir. Bir alışkanlık halinde yapılan ağız solunumunun tekrar burun yolu ile gerçekleştirilmesi için egzersizler önerilebilir; süregelen burun ve üst havayolu hastalıkları ise ortaya konulması ve uygun müdahalelerin yapılması esastır.
Burundan hava geçişi kadar önemli olan bir diğer önemli bölge üst havayolundaki farenks (yutkunma) bölgesidir. Bu bölgedeki yumuşak dokular, bademcikler ve lenf bezleri, özellikle küçük yaş gruplarında daha sık olarak görülmek üzere, üst havayolunu önemli derecede daraltacak şekilde ödemli, şiş ve büyük olabilirler. Farenjit veya tonsilit gibi enfeksiyon durumunda, bu yapıların olumsuz etkileri de artış gösterecektir. Horlama ile birlikte, yüz ağrısının olması, gündüz nefes alıp verme güçlüğü, sık enfeksiyon geçirme, sık hapşırma ve burunda kanama olması altta yatan burun ve/veya üst havayolu ile ilişkili ciddi bir bozukluğun habercisidir.
Sesli solunum veya horlama gece uykuda nefes alıp verme esnasında ortaya çıkan, tüm dünyada oldukça sık olarak karşılaşılan ancak hoş karşılanmayan bir durumdur. Kişiler uyku esnasında nadiren de olsa kendi horlamalarından farkında olabilirler ancak sıklıkla yatak partnerleri ve hatta diğer odalardan da duyulabilecek şiddette olduğunda ev sakinleri tarafından şikayet olarak belirtilmektedir. Öyle ki, çoğu zaman kişi yakınlarına inanmakta güçlük çeker ve doktora zorlukla getirilirler. Uyku tıbbı ile ilgilenen uzman bir hekim görüşü önemlidir; nitekim, şikayet edilen durum basit horlama olabileceği gibi, altta yatan uyku apnesi gibi sık görülen ve hayati riskler taşıyan bir hastalığın belirteci de olabilir. Bu nedenle, gerekli klinik değerlendirme ve lüzum halinde gerçekleştirilen polisomnografi (UYKU TESTİ) gibi tanı yöntemlerinin uygulanması ile tanının kesinleştirilmesi gerekir.
NORMAL UYKUDA KALP NASIL ETKİLENİR?
Normal uykuya dalarken, kişide strese bağlı çalışan sistem etkileri azalır, bu da kalp hızında, kan basıncında, kalbin çalışma yükünde azalmaya neden olur. Uyumaya geçişte solunum sayısında ve nefes almada azalma meydana gelir, atar damarlarda karbon dioksid basıncı artar ve oksijen basıncı düşer. Solunum işi, vücudun metabolik kontrolünün altına girer ve çok düzenli bir solunum ritmi ortaya çıkar. Kalp ve damar sistemi istirahat haline geçer ve kalp kasının iş yükü azalır. Solunum sistemi, kalp ve damar sistemi ve sinir sistemi arasındaki bu koordinasyon beyin kökü tarafından yürütülür. Bu şekilde kalp ve damar sistemi tüm günün yorgunluğunu atar, yeniden doğarak bir sonraki güne hazırlanır.
Uyuyan kişi kalp hastası olsa bile, uygun bir uyku sayesinde kalp hastalıklarında gerileme ortaya çıkar. İşte bu yüzden kalp hastalarının tedavilerinin ilk zamanlarında hastaya YATAK İSTİRAHATİ verilir ve en iyi uykuyu sürdürmesi için çaba gösterilir.
UYKUDA APNESİ OLAN KİŞİDE GÜNDÜZ ŞİKAYETLERİ NELERDİR?
Uyku apne sendromuna bağlı ortaya çıkan gündüz aşırı uykululuk hali, genellikle pasif hallerde, uzun süre monoton bir aktiviteyi sürdürme hallerinde ortaya çıkar, ani, farkında olunmayan ve engellenemeyen ataklar halinde olması beklenmez. Hasta genellikle uykusunun geldiğini fark eder ve bilinçli olarak uyumak ister. Ancak özellikle akşam saatlerinde uyku yoksunluğunun en üst düzeyde olduğu dönemde, yemek sonrası ve televizyon karşısında oldukça monoton bir aktivite esnasında farkında olmadan uykuya dalmak da mümkün olabilir.
Gündüz saatlerinde alışkanlık olarak hiç uyuyamayan bireyler, tüm gün boyunca süren uykululuk halinden şikayet edebilirler. Ancak eğer uyurlarsa, bu uyku genellikle uzun sürelidir, uyandırılmazlarsa saatlerce sürebilir.
Uyandıklarında ise dinç uyanmazlar, yine kötü kalitede bir uyku olduğu için gündüz şekerlemeleri hastalar için aslen oldukça kötü bir deneyim haline gelebilir. Gündüz uykuları esnasında rüya içeriğinin olması da uyku apnesi olan hastalarında beklenmeyen bir özelliktir. Özetle, beyinde bozukluğu olan uyku hastalığı olan hastalarında tipik olarak izlenen ani, engellenemeyen, kısa süreli, oldukça dinlendirici ve rüya içeriği olabilen uyku ataklarının tersine, uyku apne sendromu olan hastalardaki gündüz aşırı uykululuk hali, tüm gün boyunca azalıp artmalar ile devam edebilen, süresi değişken olmakla birlikte genellikle uzun süren, kötü kalitede ve dinlendirici olmayan uyku atakları şeklindedir.
Gündüz aşırı uykululuk hali, özellikle araba sürücüleri için hayati önem taşımaktadır, bu bireylerin Uyku apnesi için etkin tedavisi sağlancaya kadar trafikten uzak durmaları sağlanmalıdır.
Diğer gündüz şikayetleri arasında, gece içinde tekrarlayan sık apne ve uyanma reaksiyonları nedeniyle sabah yorgun uyanma, dinç uyanamamadır. Gece içinde görülebileceği gibi, sabah ağız kuruluğu ve su içme isteği ile uyanma şikayeti olabilir. Sabah baş ağrısı ile uyanma da oldukça önemli bir özelliktir; çok sık görülmemesine karşın öğle saatlerine doğru azalarak kaybolan sabah baş ağrıları tipik bir bulgu olarak değerlendirilmektedir.
Bunun yanı sıra, göğüs ve sırt kas ağrısı ile uyanma, cinsel isteğin azalması, iktidarsızlık, hafıza bozukluğu, dikkat eksikliği, depresyon, aşırı sinirlilik ve kişilik değişiklikleri de görülebilir.
Özellikle sabah saatlerinde dikkat, hafıza, konsantrasyon ve yargılama gerektiren işlerde sakarlık, tepki verme hızında yavaşlama ve entelektüel düzeyde azalma görülür.
Hiçbir apne sendromlu hastanın tüm bu bulgu ve şikayetlere sahip olması pek tabi ki beklenemez. Uyku tıbbı ile uğraşan her hekim, detaylı bir değerlendirme ile horlama ve tıkayıcı uyku apne sendromuna yönelik değerlendirmeyi yapabilmeli, polisomnografi (Uyku testi) tetkiki ile tanıyı koyabilmeli ve ivedilikle tedavi edebilmelidir. Nitekim uyku apne sendromuoldukça yüksek kalp ve damar hastalıkları riski taşıyan bir hastalıktır ve her hasta özelinde bireyselleştirilen uygun ve etkin bir tedavi ile gerek hastanın bulgu ve şikayetlerin ortadan kaldırılması gerekse hayati risklerden korunması hedeflenmelidir.