https://www.ahmetakgul.com.tr/
Deri, vücudumuzun en geniş organı olup, çevresel etkilere karşı bir koruyucu bariyer görevi görür. Aynı zamanda duyusal, termoregülasyon ve metabolik işlevlerde önemli rol oynar. Deri, üç ana katmandan oluşur: epidermis, dermis ve hipodermis (subkutan doku). Bu rehberde, her bir katmanın yapısı ve fonksiyonları detaylı olarak ele alınmaktadır.
Epidermis, derinin en dış tabakasıdır ve çevresel etkilere karşı ilk savunma hattını oluşturur. Sürekli olarak kendini yenileyen hücrelerden oluşur ve cildin su kaybını önlemeye yardımcı olur.
Dermis, epidermisin altında yer alır ve daha kalın, bağ dokusundan oluşan bir yapıdır. Bu katman, cilt esnekliği, dayanıklılık ve duyusal fonksiyonlar için kritik öneme sahiptir.
Hipodermis, derinin en alt katmanı olup, esas olarak yağ dokusundan oluşur. Bu katman, vücut ısısının düzenlenmesinde, mekanik darbelerin emilmesinde ve enerji depolamada önemli rol oynar.
Deri, çok yönlü fonksiyonları ile vücudumuz için vazgeçilmez bir organdır. İşte derinin temel fonksiyonları:
Deri, epidermis, dermis ve hipodermis olmak üzere üç ana katmandan oluşur. Her bir katman, cildin koruyucu bariyer, duyusal, termoregülasyon ve metabolik işlevlerini yerine getirmesinde kritik bir rol oynar. Genetik, çevresel ve yaşam tarzı faktörlerinin bir araya gelmesiyle derinin yapısı ve fonksiyonu belirlenir. Sağlıklı bir cilt, genel sağlık için temel bir unsurdur ve doğru bakım ile korunabilir.
Web sitemiz, cilt sağlığı ve yaşlanma konularında güncel bilgiler, uzman görüşleri ve pratik öneriler sunarak, ziyaretçilerimizin bilinçli ve sağlıklı yaşam sürdürmelerine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
Deri, vücudumuzun en geniş organı olarak birçok hayati fonksiyonu yerine getirir. Hem dış etkenlere karşı koruyucu bir bariyer oluşturur hem de duyusal, termoregülasyon ve metabolik işlevlerde kritik rol oynar. İşte derinin başlıca fonksiyonları:
Deri, mikroorganizmaların, kimyasal maddelerin ve fiziksel darbelere karşı vücudu koruyan bir savunma hattıdır. Aynı zamanda su kaybını önleyerek, vücut sıvılarının dengede kalmasına yardımcı olur.
Deri, dokunma, sıcaklık, basınç ve ağrı gibi duyusal bilgileri algılayabilen sinir uçlarına sahiptir. Bu özellik, çevremizdeki değişiklikleri hızlıca algılayarak uygun tepkiler vermemizi sağlar.
Ter bezleri ve kan damarları sayesinde deri, vücut ısısının düzenlenmesine yardımcı olur. Terleme ve damar genişlemesi gibi mekanizmalar, vücudun aşırı ısınmasını önleyerek sıcaklık dengesini korur.
Deri, güneş ışığı altında vitamin D üretimi yapar. Vitamin D, kemik sağlığı, bağışıklık sistemi ve metabolizma için kritik bir vitamindir. Ayrıca, deri bazı toksinlerin atılımında ve yağların depolanmasında rol oynar.
Deri, bireyin dış görünüşünü belirleyerek sosyal etkileşimde önemli rol oynar. Cilt rengi, dokusu ve genel görünümü, kişinin kendine olan güvenini ve sosyal ilişkilerini etkileyen temel unsurlardandır.
Deri, koruyucu bariyer, duyusal işlev, termoregülasyon, metabolik fonksiyonlar ve estetik özellikler gibi çok yönlü görevler üstlenir. Sağlıklı bir cilt, genel sağlığın temel taşlarından biridir. Bu nedenle, cilt sağlığını korumak için uygun bakım yöntemlerini benimsemek, yaşam tarzı ve çevresel faktörlere özen göstermek büyük önem taşır.
Derimiz vücudu dış etkenlerden korumak, ısı ve sıvı-elektrolit dengesini sağlamak ve duyu organı görevi görmek gibi çok önemli görevler üstlenmektedir. Bunun dışında deri vitamin D ve seks hormonların sentezlenmesinde de rol oynamaktadır. Yine fiziksel bir bariyer oluşturmanın ötesinde deri hem doğal hem de kazanılmış bağışıklık sisteminin önemli bir parçasıdır. Yaşla beraber deride bu fonksiyonlar bozulmakta ve yapısal değişiklikler görülmektedir.
İnsanlarda yaşlanmanın mekanizması araştırmaların ilgi konusu olup birçok gen suçlanmakla birlikte henüz tam olarak açıklığa kavuşmamıştır. Yaşlanma sürecinde telomer kısalmasıyla birlikte görülen hücresel yaşlanma, DNA tamir kapasitesinde azalma, DNA'daki nokta mutasyonlar, oksidatif stres, kromozomal anormalliklerin artmış olması, tek gen mutasyonları gibi birçok mekanizmanın etkili olduğu düşünülmektedir. Bunların dışında yaşlanmanın başlamasında lipid metabolizmasındaki bozukluklar, insülin ve STAT3 sinyalizasyonundaki değişiklikler, apoptotik gen ekspresyonun artması, hücre iskeleti proteinleri, ekstraselüler matriks elemanları ve hücre döngüsü kontrol proteinlerinin ekspresyonunda farklılaşma gibi mekanizmalar öne sürülmektedir. Bazı yazarlar ve özellikle Prof. Dr. Ahmet AKGÜL de, yaşlanma süreci ile ortaya çıkan deri bulgularının temel sebebi olarak derinin hemen altında bulunan kılcal damarlarda yapı ve fonksiyonlarındaki değişiklikler suçlamaktadır. Damar çapları yaşla beraber daralmakta ve deri inceldikçe damar sayıları azalmaktadır.
Deri yaşlanması; derinin üzerinde bulunan keratinlerde azalma, bağ dokusu hücrelerinde azalma, derinin üzerini örten yapıda incelme, , sinir ağlarında azalma, deri altı damar yapısında bozulma ve azalma, derinin yağ üretiminde azalma, derinin yağ hücrelerinde azalma, ter bezlerinde azalma, deri altı yağ dokusunda azalma, , melanosit sayısında azalma, kolajen ve elastik lif sayısında azalma ve lif yapılarında bozulma, dokunma ve basınç hissinde azalma, termoregülasyonda bozulma, vitamin D3 üretiminde azalma gibi morfolojik ve fonksiyonel değişikliklerle karakterizedir.
Yaşlı bireylerde görülen deri problemlerinin erken tanınabilmesi ve uygun şekilde tedavi edilebilmesi hatta etkin şekilde önlenebilmesi için yaşla ortaya çıkan deri değişikliklerinin mekanizmasının iyi kavranmasını gerekmektedir.
Yaşlanma ile beraber derinin içindeki lipid oranın azalması ve kolesterol sentezindeki bozukluklar deri bariyerinin bozulmasına neden olmaktadır. Bu değişiklikler foto yaşlanma - yani güneş enerjisine bağlı yaşlanma - görülen ciltlerde daha belirgin gözlenmektedir. Yaşlı bireylerde epidermisin alt tabakalarında seramid üretimini sağlayan enzimlerin aktivitesi azalmakta olup bu durum deri bariyer tamir kapasitesinde bozulmaya neden olmaktadır. Ayrıca derinin nem tutma kapasitesinde önemli rolü olan aquaporin protein ekspresyonunun yaşla beraber azalması deri bariyer bütünlüğünün bozulması ile ilişkilendirilmiştir. Özellikle yaşla beraber görülen sebum üretiminde azalma deri bariyer fonksiyonundaki bozulmaya önemli etkide bulunmaktadır. Yaşla beraber artan deri maserasyonu deride travma ve lezyon oluşması açısından risk oluşturmaktadır. Epirdermal bariyerdeki bozulma deriyi irritan kontakt dermatite meyilli hale getirmekte, deri kuruluğuna zemin hazırlamakta hatta deriden topikal ilaç emilimini etkilemektedir. Bunların dışında deri bariyerindeki bozulma gecikmiş yara iyileşmesi ile sonuçlanmakta ve bu gecikme yaşlanma ile görülen IL-1 sinyalizasyonundaki bozukluğa bağlanmaktadır. Yine cinsiyet hormonlarının cilt bariyeri bütünlüğü üzerinde etkili olduğu bilinmekte olup yaşlılıkla görülen hormonal değişikliklerin deri bariyerindeki bozulmaya katkısı olduğu düşünülmektedir. Östrojen azlığı kollajen doku kaybıyla birlikte derinin daha kırılgan hale gelmesine ve elastisitenin azalmasına neden olmaktadır. Bu etkiler deriyi yırtılmalara ve morluk oluşumuna daha yatkın hale getirmektedir. Menopoz sonrası görülen cilt bozukluklarında bu östrojen azlığının rol oynadığı düşünülmektedir.
Yaşlı hastalarda deri bütünlüğünü bozan diyabet, damar hastalıkları, kanserler, varis, lenfödem ve venöz yetmezlik gibi kronik hastalıklar yara iyileşme sürecini geciktirerek bu bireylerde bası yarası, varis yarası gibi kronik yaralarla daha sık karşılaşılmasına neden olmaktadır. Yine kronik hastalıklar için kullanılan ilaçlar yara iyileşmesini olumsuz etkileyebilmektedir. Yaşlanma ile birlikte yara iyileşmesinde görülen gecikme hem derinin yapısal ve fonksiyonel değişiklikleri (ör: seks hormonlarında azalma) hem de besin eksiklikleri, fiziksel aktivitede azalma ve kullanılan ilaçlar gibi dış faktörlerle açıklanmaktadır. Yara iyileşmesinde görülen bu gecikmenin mekanizmasının bilinmesi tedavi hedeflerinin belirlenmesine ve kronik yaralarla daha etkin bir şekilde mücadele edilmesine yardımcı olacaktır. Yaşlanan deri, dış etkenlere bağlı hasara daha açık hale gelmekte ve bağışıklık sistemin zayıflamış olması, kılcal damarların azalmış olması kronik yaraların oluşmasına zemin hazırlamaktadır.
Yine yaşa bağlı hormon değişikliklerinin yara iyileşmesi üzerinde etkileri olup menopozdaki kadınlarda görülen östrojen azalması deri bağ dokusu kaybına neden olarak yara iyileşmeni geciktirmektedir. Androjenik hormonların ise yara iyileşmesi üzerinde olumsuz etkileri bildirilmiştir. Bunlara ek olarak yaşla beraber gelişen his kaybı, bilişsel ve fiziksel fonksiyonlarda azalma gibi faktörler kronik yaraların oluşmasına ya da iyileşme sürecinde uzamaya neden olmaktadır.
Deri altı damar yatağın bütünlüğü ve yenilenebilme kapasitesi yara iyileşmesinden kıl kökü gelişimine kadar birçok deri fonksiyonunda önemli rol oynamaktadır. Yaşla beraber deride azalan yeni damar oluşumu, yaşlanmaya bağlı karakteristik deri değişikliklerinin yanında patolojik süreçlere zemin hazırlamaktadır. Yaşlı bireylerdeki kılcal damar fonksiyonlardaki değişiklikler damarın içindeki hücrelerin yapı ve fonksiyonlarındaki bozulmaya bağlıdır.
Kaliteli kılcal damarlarda azalma sürecinde ilk değişiklikler ile damardaki geçirgenlik değişiklikleri ortaya çıkarak damar dışına sıvı kaybı artmaktadır. Bazı damar içinde görülen genişleme ayak bileklerinde ödem bulgularına ve damar içinde pıhtı oluşumuna meyil oluşturmaktadır. Yaşlandıkça ortaya çıkan fizyolojik telomer kısalması endotel hücrelerinde yaşlanma programını başlatmakta ve endotel hücrelerinin üretim kapasitesini azaltmaktadır. Yaşlanmaya bağlı endotel hücrelerindeki işlev bozukluklarının temel nedenin nitrik oksit seviyesindeki azalmaya bağlı olduğu düşünülmektedir. Bunların dışında yaşlı bireylerde sık görülen kalp, damar ve varis hastalıklarsonucu derinin kanlanmasında azalmaya katkıda bulunmaktadır. Özellikle aterosklerozun yani damardaki kireçlenmenin eşlik ettiği bireylerde damar değişiklikleri daha belirgin görülmektedir. Yaşla beraber endotel fonksiyonları azalırken, kalitesiz kılcal damarlarda kan basıncında artış gözlenmektedir.
Yaşlanma ile beraber bağışıklık fonksiyonlarda azalma gözlenmektedir. Yaşa bağlı olarak hücre cevabında azalma, T ve B lenfosit fonksiyonlarında bozulma, antikor üretiminde azalma ve inflamatuar madde üretiminde artma görülmektedir.
Aktif Vitamin D öncülü olan provitamin D3'ün en önemli sentez yeri deri olup, yaşlanma ile beraber provitamin D3 sentezi deride azalmakta ve 70-80'li yaşlarda üretim kapasitesi %50 'den fazla düşmektedir. Vitamin D kalsiyum ve fosfor metabolizması dışında vücutta birçok biyolojik aktivitede rol aldığından yaşlı bireylerde bu durum dikkate alınarak uygun destek ve güneşlenme önerilerinde bulunulmalıdır.
Yaşla beraber deride ter üretimi azalmakta olup bu durum derinin termoregulasyon görevini bozmakta ve gerontolojik bireylerde hastalığa neden olabilecek hipo ve/veya hipertermiye daha meyilli hale getirmektedir.
Yaşlanma ile beraber deride yağ yani sebase bezlerin üretimi anlamlı derecede azalmakta ve deri yüzeyinde azalmış lipid seviyelerine ve kuruluğa neden olmaktadır. Bu durum geriarik bireylerde sık karşılaşılan kaşıntı ve kronik egzema gibi deri hastalıklarına zemin hazırlayan en önemli faktörlerdendir. Derideki sebase bezler hem hormon sentezleyen bir doku görevi görmekte hem de aktiviteleri hormon seviyelerinden etkilenmektedir. Dışarıdan hormon takviyesinin sebase bez fonksiyonlarını düzeltebildiği dolayısıyla deri kuruluğunu önleyebileceği öne sürülmektedir.
Bu sitenin içeriği ziyaretçilerini bilgilendirmeye yönelik hazırlanmış olup sağlıkla ilgili konularda tıbbi teşhis, tedavi veya reçete bilgisi özelliği taşımaz. Site, sağlıkla ilgili tüm konularda en doğru bilginin hastayı muayene eden doktorundan öğrenilebileceğini savunur. Sitedeki bilgiler bu amaçla kullanılmamalıdır. Bu bilgilerin yanlış anlaşılması veya kullanılmasından doğabilecek mağduriyetlerden bu site sorumlu tutulamaz.Bu sitedeki bilgileri kopyalama, nakletme veya diğer kullanımlar kesinlikle yasaktır. Web sitesindeki bilgilerin kullanımı 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu hükümlerine ve site sahibinin iznine bağlıdır. Tüm kullanıcılar yukarıda belirtilen yasal uyarıyı tamamen ve çekincesiz olarak kabul etmiş sayılırlar.