KALP HASTALIKLARI
Kalp hastalıklar tüm dünyada başta gelen ölüm nedenlerindendir. İstatistiklere göre, her sene 17 milyon kişi kalp krizinden yaşamını yitirmektedir. Türkiyede ise nüfusun yüzde 20'si koroner kalp hastalığı tehdidi altındadır ve ölümlerin yarısı da bu hastalıklar sebebiyle gerçekleşmektedir. Türkiye bu oranla Avrupa ülkeleri arasında kalp hastalıklarına bağlı ölümlerde erkeklerde beşinci, kadınlarda ise birinci sırada yer almaktadır. Üstelik son 25 senede kalp hastalıklarına bağlı ölümler giderek artış göstermektedir. Kardiyovasküler hastalık gelişimi için çeşitli risk faktörleri vardır. Bunların başında erkek cinsiyet, yaşın ileri olması, diyabet ve hipertansiyon gibi kronik hastalıklar, sedanter yaşam ve beslenme alışkanlıkları sayılabilir. Burada erkek cinsiyet tüm bu risk faktörlerinden bağımsız olarak kalp hastalıkları riskini yükseltmektedir.
Damar sertleşmesi veya kireçlenmesi veya ateroskleroza bağlı kalp ve damar hastalıkları ömür boyu sinsice ilerleyen ve belirtiler ortaya çıktığında genellikle ileri bir aşamaya gelmiş olan kronik bir hastalıktır.
Birçok Avrupa ülkesinde son yıllarda kalp ve damar hastalığına bağlı ölüm riski önemli ölçüde azalmışsa da, halen Avrupa'da erken ölümlerin en önemli nedeni olmaya devam etmektedir. Günümüzde tüm kalp ve damar hastalığına bağlı ölümlerinin %80'inin gelişmekte olan ülkelerde meydana geldiği tahmin edilmektedir. Kalp ve damar hastalıkları, yaşam tarzı, özellikle tütün kullanımı, sağlıksız yeme alışkanlıkları, fiziksel hareketsizlik ve psikososyal stres ile kuvvetli bir ilişki gösterir.
Dünya Sağlık Örgütü, tüm kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölümlerinin dörtte üçünden fazlasının uygun yaşam tarzı değişiklikleri ile önlenebileceğini belirtmektedir.
1970'ler ve 1990'lar arasında birçok Avrupa ülkesinde yaşa göre ayarlanmış Koroner Kalp Hastalığı ve kalp hastalığına bağlı ölüm oranlarında bir azalma gözlenmiş, en erken ve en belirgin azalma daha zengin ülkelerde meydana gelmiştir. Bu gelişme erken ölümlerin önlenmesi ve beklenen sağlıklı yaşam süresinin uzatılabilme potansiyelini yansıtmaktadır. Birçok Doğu Avrupa ülkesinde ise, kalp ve damar hastalıkları ve bu hastalıklara bağlı ölüm oranı yüksek kalmıştır. Türkiye'de ise 2 milyon koroner kalp hastasının bulunduğu ve yılda 160 bin yurttaşımızın koroner kalp hastalığından öldüğü tahmin edilmektedir. Toplam koroner kalp hastası halen yılda 90-100 bin kadar artmaktadır.
Avrupa ülkelerinde koroner kalp hastalığı yıllık ölüm oranı 45-74 yaş kesiminde erkeklerde binde 2 ile 9, kadınlarda binde 0,6 ile 3 arasında değiştiği bildirilmiştir. Halbuki, ülkemizde aynı yaş kesiminde koroner kalp hastalığına bağlı ölüm oranı erkeklerimizde binde 8,5, kadınlarımızda binde 4,5 olarak belirlemiştir.
Bütün bu veriler ışığında kalp ve damar hastalıkları ve bunlara bağlı ölüm oranlarının erkeklerde daha yüksek olduğu net bir şekilde görülmektedir. Koroner kalp hastalığı klinik olarak ortaya çıktıktan sonra uygulanan tıbbi, cerrahi ve girişimsel tedavi yöntemleri belirli olup oldukça yüksek bir sağlık sorunu ve maliyet getirmektedir. Erişkin nüfusun önemli bir bölümünün bu hastalıktan aktif yaşlarda, yani orta yaş ve erken yaşlılık dönemlerinde etkilenmesi olayın ekonomik boyutunu artırmaktadır. Böylesine önemli bir sağlık sorununda, son derece yüksek maliyetle yürütülebilen tedavi çalışmalarından çok BİRİNCİL ve İKİNCİL korunma çalışmalarına ağırlık verilmiştir.
Kalp ve damar hastalıklardan korunmak için öncelikle belirlenmiş risk faktörlerinin tanımlanmaları gerekmektedir. Dünya Sağlık Örgütü kalp ve damar hastalıklarının risklerin azaltılmasında üç temel strateji belirlemiştir.
1- Kalp ve damar hastalıklarına neden olan çevresel, sosyal, ekonomik ve yaşam biçimi ile ilişkili faktörlerin belirlenip ortadan kaldırılması
2- Daha önce kalp ve damar hastası olanlarda tekrar bir kalp ve damar hastalığı atağı olmasını önlenmesi
3- Görünürde sağlıklı olan fakat kalp ve damar hastalığı riski yüksek olan kişilerde korunma önlemlerinin alınması
Bu şekilde yaşam süre ve kalitesinin arttırılması olanaklı olacaktır. Kalp ve damar hastalıklarının oluşumunda önemli bir yer tutan ateroskleroz yani damar sertleşmesi, bir çok faktörün karşılıklı olarak etkileşmesi ile ortaya çıkan karmaşık bir süreçtir. Bu süreç ile ilişkili olan, değiştirilme şansı olmayan ve değiştirilebilir risk faktörleri çalışmalar aracılığı ile tanımlanmıştır (Tablo 1). Risk faktörü ile hastalık arasında nedensel bir ilişki bulunduğu düşünülse de, bilinen mevcut risk faktörleri olmayan bireylerde de kalp ve damar hastalığı oluşabileceği akıldan çıkmamalıdır.

Değiştirmenin olanaklı olmadığı risk faktörleri arasında yaş, cinsiyet ve ailede erken yaşta kalp ve damar hastalığı öyküsü olması sayılabilir. İlerleyen yaş ile beraber kalp ve damar hastalıkları geçirme riski artmaktadır. Erkeklerin, en azından menapoz öncesi kadınlardan daha fazla kalp ve damar hastalıkları riski taşıdıkları bilinmektedir.
Değiştirilebilir kalp ve damar hastalıkları risk faktörleri arasında sigara kullanımı, hipertansiyon, diabetes mellitus, lipid bozuklukları, obezite, fiziksel aktivite azlığı ve psikolojik nedenler sayılabilir.
KALP VE DAMAR HASTALIKLARI RİSKİNDE İSEK BİZİ NE BEKLİYOR?
- Kalp krizi
- İnme yani felç
- Aort damarında balonlaşma yırtılması yani anevrizma rüptürü
gibi ölümcül sonuçlar görülebilir.
Bu nedenle bireylerin risk kategorileri belirlenmeli ve bulunduğu risk grubuna göre koruma önlemleri alınmalı veya tedavisi şekillendirilmelidir.
KALP VE DAMAR HASTALIKLARI İÇİN RİSK NASIL HESAPLANIR?
1. Çok yüksek riskli kişiler
Aşağıdakilerden herhangi biri olan bireyler:
a. Testlerle yani örneğin koroner anjiyografi, nükleer görüntüleme, stres ekokardiyografi, ultrasonda karotis plağı gibi yöntemlerle gösterilen kalp ve damar hastalıkları olanlar
b. Geçirilmiş kalp krizi, Akut koroner sendrom, koroner revaskülarizasyon yani koroner stent veya balon veya koroner arter by-pass yapılanlar ve diğer arteriyel revaskülarizasyon işlemleri, iskemik inme, periferik atardamar hastalığı olanlar.
c. Bir veya daha fazla kalp ve damar hastalığı risk faktörü ve/veya hedef organ hasarı olanlar (örneğin idrarda protein kaçağı: 30-300 mg/24 saat) olan diabetes mellitus yani şeker hastalığı olanlar (tip 1 veya tip 2).
d. İleri kronik böbrek hastalığı (KBH) (GFH< 30 ml/dk/1,73 m²)
e. Hesaplanan SCORE puanı ≥ %10
2. Yüksek riskli kişiler:
Aşağıdakilerden herhangi biri olan bireyler :
a. Ailevi olarak kanda kolesterol ve/veya trigliseridin aşırı yüksekliği ve ciddi hipertansiyon gibi tek bir risk faktörünün belirgin derecede yükselmiş olması
b. Kalp ve damar hastalığı için risk faktörleri veya hedef organ hasarı olmayan diabetes mellitus (tip 1 veya tip 2).
c. Orta derecede kronik böbrek hastalığı (GFH 30-59 ml/dk/1,73 m²)
d. 10 yıllık ölümcül kalp ve damar hastalığı riski için hesaplanan SCORE puanı ≥ %5 ve ≤ %10. 3
3. . Orta riskli kişiler:
Kişiler eğer 10 yıllık SCORE risk puanları ≥%1 ve ≤ %5 ise orta riskli kabul edilirler.
4. . Düşük riskli kişiler:
SCORE puanı <%1 olan ve orta risk grubuna girecek niteleyicilere sahip olmayan bireyler için geçerlidir.
KAN YAĞLARI
Kanda bulunan kolesterol ve trigliseritler gibi yağlar, kanda bulunan çeşitli proteinlere (apoproteinler) bağlanarak lipoproteinleri oluştururlar. Nedir bu lipoproteinler:
1- HDL (iyi huylu kolesterol)
2- LDL (kötü huylu kolesterol)
3- VLDL
4- Şilomikronlar
HDL'ler damar sertleşmesine yani ateroskleroza neden olmaz, tam tersine damarda sertleşmeyi önleyen etkileri vardır. Buna karşılık, LDL'ler damar sertliğine neden olurlar.
Şilomikronlar ve cok düşük yoğunluklu LDL'ler (VLDL'ler) damar sertleştirici değildir ama bu trigliseritten zengin lipoproteinlerin yüksek konsantrasyonları PANKREAS İLTİHABINA yol açabilir. Kolesterolün çoğu, kanda LDL'lerle taşınır yani bir kişinin kanında kolesterol arttığı zaman LDL'de artar.
Kandaki LDL kolesterolünü düşürmenin kalp ve damar hastalıkları riskini azalttığı yönündeki kanıtlar nettir. Ayrıca kan trigliserid yüksekliği yani hipertrigliseridemi de tek başına ayrı bir risktir. Trigliserid yüksekliği ayrıca pankreas iltihabı yani pankreatit için de risktir. HDL seviyesinin düşüklüğü de kalp ve damar hastalığı oluşması için önemli bir risktir.
Tip 2 diyabet, abdominal obezite, insülin direnci ve fiziksel olarak inaktif olan yüksek riskli hastalarda orta derecede artmış trigliserit ve düşük HDL kolesterol birlikteliği çok yaygındır. HDL düşüklüğü kandaki değerinin 40 mg/Dl nin altında olması demektir.
KAN YAĞLARINDA ARTIŞ NASIL AZALTILIR?
Tedavi başlamadan, özellikle ilaç vermeden önce diğer koşullara bağlı kandaki yağ bozukluğunun nedenleri araştırılmalıdr, çünkü genellikle altta yatan hastalığın tedavisi hiperlipidemiyi düzeltir ve herhangi başka kolesterol düşürücü ilaç ile tedavi gerekmez. Bu altta yatan hastalıklar neler olabilir:
- Hipotiroidi yani tiroid hormon düşüklüğü
- Aşırı alkol kullanımı
- Şeker hastalığı yani diyabet
- Cushing hastalığı
- Karaciğer hastalığı
- Böbrek hastalığı
- Kullanılan (örneğin kortikosteroidler, isotretinoin ve etretinate, siklosporin)
Kolesterol düşürücü tedavinin yararı riskin başlangıç düzeyine bağlıdır: risk ne kadar yüksekse, yarar da o kadar yüksektir. Şu anda mevcut kan yağları yani lipit düşürücü ilaçlar:
- Statinler
- Fibratlar
- Safra asidi bağlayıcılar
- Niasin
- Kolesterol emilimini düşüren ilaçlar (örneğin: ezetimib)
- Omega-3 yağ asitleri
Statinler, LDL kolesterolü azaltarak, kalp ve damar hastalığı ve bu hastalığa bağlı ölüm riski yanı sıra koroner arter girişim gereksinimini de azaltırlar. Statinlerin LDL kolesterolü etkili şekilde, %50 oranında düşürdükleri dozlarda, koroner damarlarda aterosklerozun ilerlemesini durdurduğu, hatta gerilemesine katkıda bulunduğu görülmektedir. Bu nedenle, hiperkolesterolemi veya hiperlipidemi tedavisinde ilk tercih edilen ilaçlar olarak kullanılmalıdır.
Statin dışı tedavi seçeneği olan seçici kolesterol emilimini azaltan ilaçlar, LDL kolesterol seviyesini azaltmak için tek başına olarak kullanılmamaktadır. Safra asidi bağlayıcıları, toplam ve LDL kolesterolü düşürür ancak trigliserit düzeylerinde artış eğilimi gösterir. Fibratlar ve niasin öncelikle trigliseritleri düşürmek ve HDL kolesterolü artırmak için kullanılırken, 2-4 g/gün dozunda balık yağı (omega-3 yağ asitleri) trigliseritleri düşürmek için kullanılır.
KAN BASINCI KONTROLÜ YANİ HİPERTANSİYONUN ÖNLENMESİ
Yüksek kan basıncı, koroner kalp hastalığı, kalp yetersizliği, beyin damarları hastalıkları, akciğer damarı hastalıkları, böbrek yetersizliği ve kalp ritim bozukluğu yani atriyal fibirlasyon için önemli bir risk faktörüdür.
BÜYÜK TANSİYON MU, KÜÇÜK TANSİYON MU?
Büyük tansiyon yani sistolik kan basıncı en azından küçük tansiyon yani diyastolik kan basıncı gibi güçlü bir koroner risk faktörüdür. Küçük tansiyondaki 5-6 mm Hg'lık azalma, felç riskini %42 ve koroner kalp hastalığı olaylarının gelişmesinde %15 azalma sağlamaktadır.
Ölçülen tansiyon yani kan basıncı değerlerine göre hipertansiyon sınıflaması Tablo 2'de özetlenmiştir. Kan basıncı herkeste birkaç kez, birkaç farklı durumda ölçülmelidir. Kan basıncı sadece hafifçe yükselmiş ise, birkaç aylık bir süre içinde ölçümler tekrarlanarak bireyin ‘olağan' tansiyonu için kabul edilebilir bir tanım elde edilir ve gerekiyorsa ilaç tedavisine başlanma kararı verilir. Kan basıncı daha belirgin artmışsa ya da hedef organ hasarı, diğer kalp ve damar hastalığı için risk faktörleri veya kanıtlanmış kalp ve damar hastalığı veya böbrek hastalığı eşlik ediyorsa, tedavi kararlarını vermek için daha kısa bir süre içinde tekrarlanan kan basınçlarının ölçümleri gerekir. Hem ayakta hem de evde tansiyon ölçümleri hastalığın gelişmesi ile yakından ilişkilidir. Ölçümler sadece tedavi edilmeyen bireylerde değil, tedavi edilen hastalarda da tedavinin etkinliğini izlemek ve ilaçlara uyumu artırmak amacıyla yararlı olabilir.
Tansiyonu düşürmek için ilaca başlama kararı yalnızca tansiyon düzeyine değil, aynı zamanda uygun bir öykü, fizik muayene ve laboratuvar incelemeleri gerektiren toplam kalp ve damar hastalıkları riskine bağlıdır. Hastada kalp ve damar hastalığı varsa veya böbrek hastalığı varsa veya diyabet varsa hastanın kan basıncı yani tansiyonunda yükselme varsa tedaviye başlanmalıdır.
Ayrıca tekrarlanan kan basıncı ölçümleri, evre 2 veya 3 hipertansiyonu gösteren tüm hastalar tedavi adayıdır.
HİPERTANSİYON NASIL TEDAVİ EDİLİR?
Hipertansiyon tedavisinin birinci basamağı yaşam tarzı değişikliğidir. Yaşam tarzı değişimleri şunları içerir:
- Kilolu bireylerde kilo verme,
- Sodyum klorür tuz kullanımının <5 g/gün olacak şekilde azaltılması
- Alkol tüketiminin erkeklerde 20 g/gün etanolü geçmeyecek şekilde kısıtlanması
- Sedanter bireylerde düzenli fiziksel aktivite.
- Artmış potasyum tüketiminin kan basıncını düşürücü etkisi vardır. Bu nedenle beslenmeye önem verilmeli ve meyve, sebze ve az yağlı süt ürünleri açısından zengin, kolesterol, doymuş ve toplam yağ içeriği az besinler tercih edilmelidir. Hipertansif hastalara genellikle daha fazla meyve ve sebze (günde 4-6 porsiyon, yani 400 gr) tüketmeleri ve doymuş yağ ile kolesterol alımını azaltmaları önerilebilir.
- İlaç kullanımı: Kullanılan başlıca ilaçlar şunlardır:
- İdrar söktürücüler yani diüretikler (Tiyazid ve tiyazid benzeri diüretikler (klortalidon ve indapamid))
- beta-blokerler,
- kalsiyum antagonistleri,
- ACE inhibitörleri
- anjiyotensin reseptör antagonistleri
Bu ilaçlar kan basıncını normale düşürürler ve gelişebilecek kalp ve damar hastalıkları riskini azaltırlar. İlaçlar tek başına da verilebiir veya birlikte de verilebilir.
Ancak beta-blokerler kilo alımına neden olmaları, lipit metabolizması üzerindeki olumsuz etkileri ve (diğer ilaçlar ile karşılaştırıldığında) yeni başlayan diyabet insidansını artırmaları nedeniyle, çoklu metabolik risk faktörleri (yani abdominal obezite, bozulmuş açlık glikozu, bozulmuş glikoz toleransı) olan hipertansif hastalarda, yeni diyabet riskini artıran durumlarda tercih edilmemelidir.
Bu, özellikle yüksek dozlarda kullanılınca, kan yağlarını bozucu ve kan şekerini bozucu etki yapan tiyazid grubu diüretikler için de geçerlidir.
Hafif hipertansiyonlu hastalarda (büyük tansiyon yani sistolik kan basıncı 140-159 mmHg ve/veya küçük tansiyon yani diastolik kan basıncı 90-99 mmHg); antihipertansif ilaçların yan etkileri ve maliyetine rağmen, düşük riskli hastalarda bile tedavinin olumlu etkileri görülmektedir. Yaşam tarzı değişikliği ile yeterli tansiyon düşüşü sağlanamadığında gelecekteki kalp ve damar hastalıkları riskini en aza indirmek için düşük doz bir antihipertansif ilaç ile tedaviye başlanmalıdır.
Yüksek kan basıncı olanlarda ise tüm yukardaki tedavi şekilleri birlikte kullanılır.
GENETİK VE STRES
Kalp ve damar hastalıkları ailesel geçiş gösterir. Eğer ailenin büyüklerinde kalp krizi, kalp damarlarında stent veya kalp ameliyatı veya erken ölüm varsa, kişinin kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riski artmıştır. Düşük sosyo-ekonomik düzey, sosyal destek eksikliği, iş stresi, aile yaşamında depresyon, anksiyete, düşmanlık ve D tipi kişilik hem kalp ve damar hastalıklarının gelişmesi hem de bu hastalıklara bağlı kötüye gidişi artırmaktadır. Erkeklerde işe bağlı stresin (örneğin yüksek psikolojik talepler, sosyal destek eksikliği ve iş gerginliği) kalp ve damar sağlığı açısından önemli bir risktir.
Bu faktörler hem tedavi uyumu ve yaşam tarzını iyileştirme çabalarına hem de hasta ve toplumda sağlık ve refah düzeyinin yükselmesine engel olurlar.
Tedavisinde insanın genetiğini değiştirme şansı yoktur ama stresi yenme yöntemleri vardır. Eğer stresi yenemiyorsa BİOREZONANS terapileri uygulanır.
SİGARA
Sigara çok sayıda hastalığın kanıtlanmış bir nedenidir ve sigara içenlerdeki tüm önlenebilir ölümlerin %50'sinden sorumludur. Bu ölümlerin yarısı kalp ve damar hastalığı nedenlidir. Sigara her türlü kalp ve damar hastalığına bağlı ölümcül sonuçlardan sorumludur. Bu risk içmeyenlere göre en az 2 kattır. Bununla birlikte, 60 yaşın üzerindeki sigara içenlerde kalp krizi yani miyokart enfarktüsü göreceli riski iki katına çıkarken, 50 yaşın altında sigara içenlerde göreceli risk sigara içmeyenlerden beş kat daha fazladır.
Sigara ile ilgili risk esas olarak günlük tüketilen tütün miktarı ile ilgilidir ve sigara içme süresi de bir rol oynar. En yaygını sigara tüketimi olsa da, düşük katranlı (‘yumuşak' ya da ‘hafif'), filtre sigara, puro ve pipo da dâhil, her tür tütün içimi zararlıdır. Nasıl içilirse içilsin, nargile de dahil olmak üzere, sigara zararlıdır. Tütün dumanı, solunduğunda daha zararlıdır; ancak dumanı çekmediklerini iddia edenlerde de (örneğin pipo içicileri) kalp ve damar hastalığı riski vardır. Ayrıca dumansız tütün de miyokart enfarktüsü ve inme riskinde küçük ama anlamlı bir artış yapar.
Sigara içen bir eşle yaşayan sigara içmeyen birinde kalp ve damar hastalığı gelişme riski yaklaşık %30 oranında daha yüksektir. İş yerinde sigaraya maruz kalma da benzer bir risk artışı ile ilişkilidir.
Gerçekten de son zamanlarda farklı coğrafi bölgelerde uygulanan kamu alanlarında sigara içme yasakları miyokart enfarktüsü sıklığında belirgin bir düşüş sağlamıştır. Bu nedenle kalp ve damar hastalığı gelişme riskini önlemek için yapılabilecek yaşam tarzı değişiklikleri içinde en önemlisi sigaranın bırakılmasıdır.
Sigara bırakma da BİOREZONANS ve/veya bupropion gibi antidepresan ilaçlar kullanılabilir.
ALKOL
Alkol kullanmak yalnızca kalbe değil vücudun birçok organı için zararlıdır. Buna rağmen çok yaygın bir anlayış olduğu için özellikle kırmızı şarabın çok az miktarının kalp ve damar hastalıkları gelişmesinde olumlu etkisi olduğuna dair bilimsel yayınlar da vardır. Bu etki da polifenollerin (özellikle resveratrol) etkisine bağlı olabilir. Eğer bu iddiaya güvenip alkol alınacak ise erkeklerde iki kadeh (20 g alkol) ile sınırlanmalıdır. Alınacak olan bu çok az miktardaki alkol, kandaki HDL kolesterolü yükseltir, pıhtılaşmayı azaltır, vücuttaki inflamasyonu azaltır.
UYARI: Alkol kullanımı hiçbir şekilde önerilmemektedir. Yukarıdaki bilgi "Alkol kalbe faydalıdır" şeklindeki yaygın fakat yanlış inanışın sınırlılıklarını göstermek için yazılmıştır. ALKOL KULLANIMI HER DOZDA ZARARLIDIR.
MEZELER
Bu konuda Hocamız Prof. Dr. Ahmet AKGÜL neler diyor:
"Akşamları mangal başında, açık havada tüketilen mezeler hem kalp krizi hem de özellikle bacak damarları olmak üzere tüm damarlarda bozulma ve tıkanmalara neden oluyor. Konuyla ilgili kalp krizi ve damar tıkanıklıkları nedeniyle sayısız ameliyat yapan Dr Akgül'e göre "Yaptığım birçok kalp krizi ve bacak damar tıkanıklığı hastasının geçmişlerinde hem kalıtımsal yani ailede herhangi bir damar veya kalp sorunu yoktu. Bu hastaların bazıları ise hayatta sigara bile içmemişlerdi. Şeker, tansiyon gibi risk faktörleri de yoktu ama son zamanlarda artan kilo artışı ve kolesterol yükseklikleri vardı. Anlattıklarında her akşam "çok az" alkol aldıklarını söylüyorlardı. Ama dikkat etmedikleri başka bir şey daha vardı ki bunu hep ben sorduktan sonra söylediler yani önemsemediler:Meze. Aslında kalbe olmasa da- ki doğru değil- alkolün karaciğeri bozduğunu bildikleri için fazla içmemeye özen göstermişlerdi veya eşleri kendilerini durduruyordu. Ama durmadıkları bir yer vardı ki işte bize gelme nedenleri bu dönemde başlıyordu. Alkol, mezesiz onsuz olmazdı. Eşleri de ‘yeter ki içmesin de, mezeler de bitsin' dediler.
"Şunu belirtiyim ki, meze kalp ve damar hastalıklarında ayrı bir risktir. Özellikle bu tüketimler akşam muhabbetlerinde yapılır ve alkolünde etkisiyle kişinin uykusu gelir ve masadan kalktıktan çok az bir süre sonra uyur. Mezeyle alınan yüksek kolesterol artık yakılamaz ve direkt olara damarlarda birikmeye başlar. Nihai sonuç kalp veya bacaklardaki damar tıkması olacaktır ve kişi bize göğüste ağrı veya bacaklarda ağrı, yürüyememe ile gelir. Erken önlemini almayan veya bize bu şikayetler başladığında gelmeyen de kalp krizi veya bacak damar tıkanıklığıyla bu sefer mecburen gelir. Eğer kalpte mezelere bağlı damar tıkanıklığı olup, aşırı da alkol almışsa kalp kas dokusu da bozulmuş olacak yapacağımız ameliyat riski çok daha artacaktır. Sorun yalnızca bacak tıkanıklığı ise de alınan alkolden karaciğer ve metabolizma bozulduğu için ameliyatı daha da zor hale gelecektir.Sigaranın zararları tartışılırken sofralarda bizi cezbeden mezenin tehlikesi gözden kaçırılmaktadır, özellikle bu güzel yaz akşamlarında..."
ANTİOKSİDANLAR
Antioksidan takviyeler bazı kalp uzmanlarına göre yararlı bazılarına göre ise hiçbir faydası olmadığı gösterilmiştir. Bizim düşüncemiz için ise lütfen aşağıdaki VİDEOyu izleyiniz.
ŞİFALI BİTKİLER
Günümüzde şifalı bitkilere olan ilgi bir hayli artmıştır. Bu bağlamda sarımsak kolesterolü az oranda (yaklaşık % 3) düşürür, kan basıncını düşürebilir ve kandaki pıhtılaşma hücrelerinin etkilerini azaltabilir. Fermente kırmızı pirinç maya ekstreleri statinleri içerir ve kolesterolü %13-26 oranında düşürür.
BESLENME
Diyet değişikliklerinin kalp ve damar hastalıklarından korunmanın temelini teşkil etmesi gerektiği açıktır. Diyetteki bazı değişiklikler, kan basıncı ve kolesterol düzeyleri gibi ölçülebilir risk faktörlerinde olumlu değişiklikler olarak yansıyacaktır. Ancak, kan basıncı veya kandaki yağ seviyeleri üzerinde etkisi görünmeyen beslenme alışkanlıklarının da kalp ve damar hastalıklarından korunmaya önemli katkılar yapabileceği akılda tutulmalıdır. Sağlıklı bir diyetin özellikleri aşağıdaki gibidir; Enerji alımı sağlıklı bir kiloyu yani vücut kitle indeksinin 25 kg/m² nin altında olmasını, sürdürmek veya ulaşmak için gerekli enerji miktarıyla sınırlı olmalıdır. Genel olarak sağlıklı bir diyetin kuralları izleniyorsa hiçbir diyet takviyesi gerekli değildir.
FİZİKSEL AKTİVİTE
Düzenli fiziksel aktivite ve aerobik egzersiz eğitimi geniş bir yaş aralığında, sağlıklı bireyler, koroner risk faktörleri olan kişiler ve kalp hastalarında ölümcül ve ölümcül olmayan koroner damar hastalıkları riskini azaltır. Sedanter yaşam tarzı, kalp ve damar hastalıkları gelişmesi için temel risk faktörlerinden biridir. Dolayısıyla, fiziksel aktivite ve aerobik egzersiz eğitimi birincil ve ikincil kardiyovasküler korumada çok önemli bir araç olarak önerilmektedir.
ASPİRİN
KANSER İLAÇLARI VE KALP
KAN HASTALIKLARI VE KALP
BÖBREK HASTALIKLARI VE KALP
Kardiyovasküler hastalıklar kronik böbrek hastası olanlarda sıklıkla görülmekte ve bu hastalardaki mortalite va morbiditenin önemli bir kısmından sorumlu tutulmaktadır. Kronik renal disfonksiyonun koroner arter hastalığı gelişimi için bağımsız bir risk faktörüdür. Zaten kronik böbrek hastalığı koroner kalp hastalığı eşdeğeri olarak kabul edilmiştir. Kardiyovasküler hastalıklar son dönem böbrek hastalığı olanlarda en sık ölüm nedenidir. Kronik böbrek hastalığının tüm evrelerinde hastalar, kardiyovasküler risk açısından değerlendirilmeli ve hem renal hastalık progresyonu hem de kardiyovasküler korunma için kan basıncı kontrolü, lipidlerin düşürülmesi, kan şekeri kontrolü ve uygun ilaç tedavisi ile gereken önlemler alınmalıdır.
ENFEKSİYON HASTALIKLARI VE KALP
Virüs, bakteri ve mantar gibi bir çok organizma kalbi etkileyen enfeksiyonlara yol açabilir. Bu organizmaların yol açtığı hastalıkların patofizyolojisi değişkenlik gösterebilir.Örneğin virüsler direkt viral toksisite ile ya da oluşan immun yanıt ile, bakteriler direkt invazyon veya toksinlerle hastalık oluşturabilirler. Klinik pratikte sıklıkla viral ve bakteriyel miyokarditler, Lyme hastalığı, Chagas hastalığı, difteriye ve sifilize bağlı miyokardiyal tutulum rastlanmaktadır.
SİNİR SİSTEMİ VE KALP
Kardiyak hastalığı olanlarda nörolojik komplikasyonlar gelişebildiği gibi, bazı akut nörolojik olayların seyrinde kardiyak komplikasyonlar görülebilmektedir. Genel olarak nörokardiyoloji kavramı 3 ana kategori değerlendirilir: kalbin beyin üzerine etkisi (örn.kardiyak kökenli emboli ve inme), beynin kalp üzerine etkisi (örn, nörojenik kalp hastalıkları) ve nörokardiyak sendromlar (örn, Friedreich ataksisi). Tüm bunlar göz önüne alındığında bir hastalığın diğer sistem üzerine etkilerinin akılda tutulması hastaların takibi ve prognozu açısından önem taşımaktadır.
OBEZİTE VE KALP
DİYABET VE KALP
Diyabet prevalansı tüm dünyada hızla artan, kan şekeri yüksekliği ile seyreden sistemik bir hastalıktır. Diyabet kardiyovasküler hastalık riskini 2-4 kat artırır ve diyabete sıklıkla hipertansiyon ve dislipidemi gibi ilave risk faktörleri eşlik eder. Kardiyovasküler tutulum aterosklerotik koroner arter hastalığı,diyabetik kardiyomiyopati, otonom nöropati veya periferik arter hastalığı şeklinde olabilir. Kardiyovasküler hastalıkların prognozu diyabetik hastada daha kötüdür. İlk akut miyokard infarktüsü diyabetik hastaların yarıdan fazlasında fatal seyretmektedir.Diyabet varlığı hastalarda daha agresif tedavi hedefleri gerektirir. Diyabetik hastaya ve topluma büyük maddi ve manevi yük getiren bu komplikasyonların önlenmesi yani primer koruma mümkündür ve hastaya yaklaşımda ilk hedef olarak benimsenmelidir.
BÖBREK ÜSTÜ BEZİ VE KALP
Kardiyovasküler endokrinolojide klinik gözlemler ve tedavi ile ilgili temel bilimsel araştırmalar azdır. Endokrin hormonlar normal metabolik proçesin düzenlenmesinde anahtar rol oynar. Bu yüzden endokrin bezlerinin veya salgıladıkları hormonların kardiyovasküler sistem üzerine etkisinin olması şaşırtıcı olmamalıdır. Özellikle sürrenal bez ile ilgili Cushing hastalığı, Feokromasitom, Addison ve Hiperaldesteronizm gibi patolojik glandüler hastalıklarda, kardiyavasküler anatomi ve fizyolojide bozukluklar oluşmaktadır (kardiyomyopati, hipertansiyon, aritmi vb). Sürrenal patolojisi olan veya kardiyak semptomları olan hastalarda mutlaka bu ilişki değerlendirmede önemsenmelidir.
Polikistik over sendromu
Polikistik over sendromu, doğurganlık çağındaki kadınlarda en sık görülen hormonal rahatsızlıktır. En belirgin bulguları, yumurtlama eksikliği, kıllanma artışı, deride yağlanma ve klinik olarak ya da laboratuar değerleri ile saptanmış olan androjen hormon artışıdır. Polikistik over sendromu olan hastaların üçte ikisinde metabolik sendrom görülmektedir. Özellikle de, obezitesi olan polikistik over li hastalarda, metabolik sendrom gelişme riski daha da artmaktadır. Bu nedenle karın çevresi ölçümü, metabolik sendromu öngörebilmek açısından oldukça duyarlıdır ve 80 cm sınır değer olarak kabul edilmektedir. Metabolik sendrom kapsamında, hastalarda özellikle, insülin rezistansı ve hiperinsülinizm, diabetes mellitus, obezite, hipertansiyon, kardiovasküler hastalık ve hiperandrojenizm görülme riskinde artış olabilmektedir.



